İnsan herkes hakkında atıp tutmaya bayılırda sıra kendine geldiğinde bir türlü çenesi açılmaz. Benim hakkındaki bilgilerin dörtte birlik bir kısmını ne bildiğim var ne duyduğum; ya da o günleri birlikte paylaştığım insanlar benden ne kadar sıkıldıysalar artık ağzıma çalınan üç-beş parmak baldan daha fazlası tarafıma geçmedi.
Resmi kayıtlarda yer alışım herkesin önlük giydiği zamanlara denk gelir. Karadeniz’in kıyısında bir yerde benimde hikayemin bir ucuna ilkokul, orta okul ve lise kayıtlarını düştüler.
Sıkı dostlukları, eğlenceli zamanları, bitmek bilmeyen zamanı ardıma bıraktıktan sonra coğrafyanın ortak kaderi gibi benimde ayak izlerim İstanbul kaldırımlarında görüldüğünde tarihler 2008’in Eylül’ünü gösteriyordu. Bütün ihtişamıyla önümde uzanan İstanbul Üniversitesi’nin tarihi kapısı önündeki merdivenleri çıkarken gözlerimdeki heyecanım bugünde aklımda.
İnsanların pişmanlıklarını anlatması genel bir adet haline geldi bizim toplumumuzda; ben sizlere katiyen pişman olmadığım şeyi söyleyeyim. İstanbul’da olmak. Bilmiyorum üniversite sıralarımda gelmemeiş olsaydım bu şehre yolum düşer miydi?
İstanbul’un sokaklarını, yeme-içme kültürünü, tarihi turistik mekanlarını, insanlarını, sokak satıcılarını, çok sevdim. Arka sokaklarını da gördüm elbette aldığım derslerin en kıymetlileriydi.
Geçen zaman çocukluğumu bırakın gençliğimde bile hayalini kurmadığım İngiltere semalarında beni bıraktığında; kulaklarımda uçağın piste vuran tekerlek sesleri vardı. Orada bitmişti benim için macera sadece üç yılımı aldı tekrar geriye dönmek. Dönerken yanıma aldığım bir kaç evrak beni yeniden Karadeniz’in kıyısına bıraktı.
Geriye baktığımda denize kıyısı olmayan şehirlerle bir sıkıntım olduğu aşikar. Şu ana kadar tek sevebildiğim ise Yozgat. Meşhur Cehrilik Lalesi Kolonyasını koklamayanla da Yozgat muhabbeti yapmam.
Son Yorumlar